| Deniz Yıldızı | |||
Deniz altı
canlılarından bir diğer yumuşakça da, deniz yıldızıdır. Deniz tabanında
kollarıyla hareket eder. Güvenli bir tutunma için kollarına özel emici
kaplar yerleştirilmiştir. Böylece istediği yere tırmanabilir.
Planktonları yakalayıp yiyebilmesi ise, yine kollarındaki emici kaplar
sayesinde mümkündür.
|
|||
Deniz
yıldızı kollarını hareket ettirmek için hidrolik basınç yöntemini
kullanır, tıpkı iş makinelerinde ağır yüklerin ve kolların hareketinde
oldugu gibi. Deniz yıldızı, kollarının içinde uzunlamasına yer alan tüp
biçimli ayaklara sahiptir. Bunlar, sıvıyla dolu olan bir iç boru
sistemine bağlıdır. Kaslar boruları sıkıştırdığında oluşan hidrolik
basınç, sıvıyı ayaklara gönderir. Böylece, hidrolik basınç, tüp
ayaklarda dalga hareketi oluşturur. Kolların içindeki sıvı basıncı
sayesinde ayaklar bir ileri bir geri uzanır ve deniz yıldızı istediği
yere ilerler.
|
|||
Kusursuz bir
plana sahip bu tasarım, iman eden insanlar için bir yaratılış delilidir.
Casiye Suresi'nde Yüce Allah, canlılar üzerinde düşünmemiz gerektigini
şöyle bildirilmiştir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardir. (Casiye Suresi, 4)
|
|||
| Planktonlar | |||
Akıntıyla
sürüklenen bu beyaz parçacıklar, aslında minik canlılardır. Planktonlar,
denizlerde yaşayan en kalabalık canlı topluluğudur. Bunlar birbirinden
farklı, çok çeşitli omurgasızlardır. Bu garip şekilli canlılar, deniz
yaşamındaki en temel besin kaynağını oluştururlar. 100 ton ağırlığındaki
balinalardan denizanalarına kadar pekçok deniz canlısı için zengin bir
protein kaynağıdırlar. Okyanuslar, ilk bakısta fark edilmeyen bu
canlılarla doludur.
|
|||
Deniz Kestanesi
|
|||
Deniz
kestanesi, ilginç görünümlü bir omurgasızdır. Yumusak bedenini
düşmanlarından koruyacak bir kabuğu bulunmaz, ama caydırıcı bir silahi
vardır: dikenler... Deniz kestanesinin dikenleri hareketli, hatta bazı
türlerde zehirlidir ve 30 cm uzunlukta olabilmektedirler.
|
|||
Bedeninden
uzayan bu tüp ayaklar, deniz kestanesinin vazgeçilmez uzuvlarıdır. Esnek
ve aynı zamanda emici özellikteki bu ayakları kullanarak kayalara
rahatlıkla tutunur ve deniz tabanında dolaşabilir. Tüpler, kestanenin
gözleri gibidirler. Işık, ısı ve sudaki titreşimleri hassas bir sekilde
algılarlar. Akıntıyla sürüklenmekte olan planktonları, deniz kestanesi
bu emici tüplerle yakalar. Bu tüpler aynı zamanda solungaç görevi
görürler. Oksijen ve karbondioksit alışverişi burada gerçekleşir, atık
maddeler de yine tüplerden atılır. Kestanenin ağzı, vücudun hemen
altındadır. Algleri üzerinde dolaştığı kayaların üzerinden dişleriyle
kazıyarak yer.
|
|||
Deniz
kestanelerinin üremeleri çok ilginç bir andır. Yanyana geldiklerinde
dişi, yumurtalarını akıntıya bırakırken aynı anda erkek de spermlerini
bırakır. Bu hücrelerin sayısı milyonlarcadır. Yumurta bulutları sperm
bulutlarıyla karışır. Karşılaşacakları zorluklar ve tehlikeler
düşünüldüğünde, bu kadar çok sayıda hücrenin bırakılmasının amacı da
ortaya çıkar.
Dişiden gelen genler erkekten
gelen genlerle birleşir. Bu hücrelerdeki genlerin sayısı özellikle
yarıya indirilmiştir. Böylece erkek ve dişiden gelen genler biraraya
geldiğinde sağlıklı bir kestane hücresi olusturulur. Dişi ve erkek
hücreler birleştiğinde, hücreler hemen bölünerek çoğalmaya ve
özellesmeye başlarlar. Bölünen ve özelleşen hücreler bir süre sonra
larva haline gelir. Deniz kestanesinin dikensi uzantıları, tüp ayakları,
sindirim sistemi ve birbirinden farklı dokuları, larva safhasında
gelişmeye devam eder.
|
|||
Bir düşünelim! Yumurta ve sperm hücrelerinin sayisini belirleyen kimdir?
Zamanlamayı seçen, peki ya yumurta ve spermin gen sayılarının yarım olmasına karar veren?
Bu bilgilere
denizin dibinde yaşayan bir hayvan kendiliğinden sahip olamaz. Şüphesiz
deniz kestanesini şekillendiren ve yaşamının her asamasinı belirleyen,
sonsuz bilgi ve kudret sahibi Yüce Allah'tır.
|
|||
| Ahtapot | |||
Ahtapot
sekiz kollu bir avcıdır. Diğer hayvanlardan saklanmak için ise ilginç
bir yöntem kullanır: kamuflaj. Derisinini oluşturan hücreler çevreye
otomatik olarak uyum sağlar ve bir ayna gibi vazife görerek renk ve doku
açısından ortamı taklit ederler.
|
|||
Ahtapotun
gözleri çok iyi görür. Çevresindeki değişiklikleri çok iyi fark eder.
Böylece derisinin rengini ve desenini çevreye göre degiştirir. Deri,
“kromotofor” denilen özel renk hücreleriyle kaplıdır. Sinir sistemi ile
harekete geçirilen küçük kaslar kasılarak bu hücreleri ortaya çıkarırlar
ve derisi koyulaşır. Kaslar gevşediğinde ise hücreler küçülür ve
derinin rengi açık hale gelir. Farklı renk hücreleri farklı renk
pigmentleri taşır ve sayısız renk bileşimi ve deseni oluşmasına imkan
verir.
Ahtapotların
en sık avladığı canlı, yengeçtir. Kendilerini tehlikeli makas kollardan
korumakta ustadırlar. Dişleri ise yengecin kabuklarını kırabilecek
güçtedir.
Hareketli kaslardan ibaret olan bu avcı, üstün özellikleriyle kendini en iyi şekilde saklayabilen mükemmel bir canlıdır.
Ahtapotun
kendini diğer canlılardan saklama ihtiyacını hissetmesi ve daha sonra
özel renk hücrelerini derisinin üzerine yerleştirmiş olması, mümkün
değildir. Ahtapotun sahip oldugu bu üstün kamuflaj sistemi, ş üphesiz,
her şeyin bilgisine sahip Yüce Allah'ın kusursuz yaratışına bir
örnektir.
|
2 Haziran 2012 Cumartesi
Derinliklerin Gizemi
Denizdeki Işıklar
| Işık Üreten Comb Jelly | ||
Comb Jelly
tıpkı deniz anaları ve deniz Anemonları gibi hassas canlılardandır.
Genellikle mikroskobik bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile
beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden
yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir türün ise çok geniş bir biçimde
açılabilen ve diğer Comb Jellyler de dahil olmak üzere pek çok canlıyı
yutabilen ağızları vardır. Comb Jelly' nin vücudunda sıra halinde ince
tüyler bulunur. Bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için
kullanır. Bundan başka hemen hemen tümünün sırtında tıpkı dikiş yerine
benzeyen, özel ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır.
|
||
Türlerin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı
Comb Jelly dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı
taneler bırakabilir. Bu, düşmanlar için kullanılan bir şaşırtma
yöntemidir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 28
|
||
| Işıklı Mürekkep Balığı | ||
Bir tür mürekkep balığı kimyasal olarak
mavi-beyaz bir ışık üretir. Vücudu ve dokunaçları mücevhere benzeyen
organlarla kaplıdır. Bu mürekkep balığının özelliği; kendisini kamufle
edebilmek için ışığın rengini, yoğunluğunu ve çevresini kaplayan şeye
göre açısını değiştirebilmesidir. Dişi mürekkep balıklarının
çiftleşmeden önce erkeği cezbetmek için ya da kendisini koruma amaçlı
ışık ürettiği düşünülmektedir. Yukarıdan gelen ışığa göre ayarlama
yaparak kendilerini suyun içinde düşmanlarına karşı görünmez hale
getirebilirler. Bazı mürekkep balığı türleri ise düşmanlarını şaşırtmak
için suya parlak renkli bir mukus bulutu fırlatır.
|
||
Bu arada yaptıkları bu hareket sayesinde
kaçmak için vakit kazanırlar. Bazı türler saatte 40 km.'ye varan bir
hızla mürekkep fırlatabilir.
Mürekkep balıkları güçlü ve hızlı yüzen balıklardır. Hareket etme sistemleri de son derece şaşırtıcıdır. Vücutlarından içeri-dışarı su pompalayarak hareket ederler.Buraya kadar sayılan tüm özellikleri mürekkep balıklarındaki tasarımdan sadece birkaç örnektir. Bu örneksiz tasarım tüm evreni yaratıcı olan Allah'a aittir. Anta Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 18 |
||
| Gümüş Renkli Balta Balığı | ||
Balta balığı
ismini gümüş renkli, keskin şekilli ve baltayı andıran narin
kuyruğundan dolayı almıştır. Balta balıkları küçük, parlak ve gümüş
renklidir. Gün ışığının az olduğu zamanlarda, suyun yaklaşık 500 m.
|
||
derininde saklanırlar ama geceleri beslenme amacıyla 300 m. kadar
yüzeye çıkarlar. Diğer birçok derin deniz balığı gibi, karınlarının alt
kısmında ışık üreten organlar bulunur. Bu organların içerisinde,
kimyasal maddeler tepkimeye girer ve dışarıya gün ışığına uygun olan ve
kendisini denizin aşağı kesimlerindeki düşmanlarından saklayan soluk,
mavi bir ışık verir. Balta balığı, vücudunun altında mavimsi ışık
yayabilen yaklaşık 100 kadar ışık organına sahiptir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 22
|
||
| Bakterileri Kullanarak Işık Üreten Balıklar | ||
Bazı
balıklar ihtiyaçları olan ışığı bakterilerle sürdürdükleri ortak yaşam
sayesinde üretirler. Örneğin adını vücudunu kaplayan zırha benzeyen
pullardan alan çam kozalağı balığı, çenesinin altındaki iki ışık
organında yaşayan milyonlarca bakterinin yardımı ile ışık üretir. Bundan
başka Midilli balığının da boğazının arka kısmında, bakteri dolu iki
ışık bezi bulunmaktadır. Balık bu sayede ara sıra yanıp sönerek veya
sürekli biçimde ışık gönderebilir.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 12-13 |
||
| Denizdeki Yakamozun Sırrı: Ostracodlar | ||
Karayib
Denizi'nde yaşayan ve ışık üreten birçok deniz hayvanından biri de,
yüzlerce hatta daha fazla türü bulunan Ostracodlar'dır. Ostracodlar bir
susam tohumundan daha büyük olmayan kabuklu canlılardır, fakat birçok
canlının yapamadığı şeyleri yapar ve
|
||
vücutlarında
ışık üretirler. Ostracodlar ışık saçan zerreleri üst dudaklarının
içinde bulunan bazı bezlerden bırakır. Yalnızca erkek Ostracodlar ışık
üretir. Her gece güneş battıktan yaklaşık olarak 1 saat sonra yüzlerce
erkek Ostracod, dişileri kendilerine çekebilmek için ışık saçmaya
başlar. Erkek Ostracodlar etrafta yüzerken arkalarında parıldayan
noktalardan oluşan bir iz bırakır. Yakamoz olarak adlandırılan bu iz
nedeniyle Ostracodlar'ın bulunduğu sularda binlerce küçük, parlak ışık
yanıyormuşgibi olur.
Dolphin Log, May 94, s. 6 |
||
| Korunmak İçin Işık Üreten Canlılar | ||
Deniz yıldızları,
denizkestaneleri, tüylü yıldızlar gibi canlılar "dikenli hayvanlar"
olarak adlandırılır. Bu hayvanların birçoğunun derisi savunma amacıyla
kullandıkları keskin dikenlerle kaplıdır. Deniz kıyılarında, mercan
kayalıklarında ve deniz yataklarında yaşarlar.
Bu canlılar düşmanlarından
korunmak için kendi ışıklarını üretir. Parlak kollara ya da omurgalara
sahip olan bu canlılar kendilerine saldırı olduğunda suda ışık bulutları
oluşturabilir.
Korunmak için ışık üreten
canlılara başka bir örnek olarak da bir denizyıldızı türünü verebiliriz.
Bu denizyıldızı denizin yaklaşık 1000 m. dibinde yaşamaktadır.
Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar saçar. Işıklı uyarısı
düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir. Yine başka bir
denizyıldızı türü ise kendisine saldırıldığında parlamaya başlar ve
düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır.
Bu, denizyıldızının kullandığı önemli bir savunma taktiğidir. Kopan
kolun beyaz ışık saçmaya devam etmesi düşmanın dikkatini kola yöneltir.
Denizyıldızı da bu sırada kaçar.
Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 16 |
||
| El Feneri Balığı | ||
Gece
olduğunda, el feneri balığı kayalıklarda ya da mercanların arasında
saklandığı yerinden çıkar. Herhangi bir ışığa karşı çok dikkatlidir ve
eğer ay ışığı çok parlaksa ya da herhangi bir dalgıcın ışığını görürse
hemen saklanır. Karanlığın sağladığı emniyetle birlikte el feneri balığı
ışığını, avını bulabilmek, düşmanlarını şaşırtabilmek ve türdeşleri ile
iletişim kurmak için kullanır.
|
||
Parlak ışıklar, gözlerinin altındaki büyük organlar tarafından
üretilir. Bu organlar, balığın kanına karışan oksijen ve şekerle
beslenen ışık saçan milyonlarca bakteriden oluşur. Balık ışığı açıp,
kapatabilir ve yiyecek ararken istediği yöne çevirebilir. Ürettiği ışık o
kadar güçlüdür ki, otuz metrelik mesafeden bile görülebilir. Aslında,
tek bir el feneri balığından gelen ışık bile küçük bir odayı aydınlatmak
için yeterlidir. El feneri balığı bir çeşit kepenk görevi gören göz
kapakları sayesinde ışığını yakıp, kapatabilir.
El feneri balığının bulunduğu bölgede yaşayan yerel halk bu balıklari yakalar, ışığın parladığı bölümü çıkarır ve bu bölümü balık avlarken yem olarak kullanırlar. Işık organı balık öldükten saatlerce sonra bile parlamaya devam eder. Anita Ganeri, Creatures That Glow in The Dark, s. 12-13 |
||
Denizlerde Ortak Yaşam
Yeryüzündeki pekçok canlı gibi deniz canlıları da yaşamlarını sürdürmek için birbirlerinin yardımına ihtiyaç duyar.
Bazı deniz
canlılarının üzerlerinde oluşan organizmaları, mantarları ya da ölümcül
parazitleri sık sık temizlemeleri gerekir. Ancak bu canlıların kendi
kendilerini temizleyebilecek bir sistemleri yoktur.
Bunun için başka
canlılarla yardımlaşırlar. Karşı karşıya geldiklerinde saniyeler içinde
yem olabilecek bir canlı, hiç çekinmeden diğerinin üzerinde gezinir ve
buradaki parazit ve mantarları yiyerek temizler.
Her iki taraf da
memnundur. Bir taraf kendisine yiyecek temin ederken, diğer taraf
temizlenmiş ve zararlı organizmalardan arınmış olur. Temizlenmek
isteyenler kimi zaman denizlerin en tehlikeli canlıları olan
köpekbalıkları ya da dev balinalar olabilmektedir. Bu canlılar temizleme
işlemini yapan küçük balıkların üzerlerinde gezinmelerine hatta
ağızlarının içine girmelerine bile izin verirler. Bu sırada onlara en
ufak bir zarar vermezler. Temizleyici küçük balıklar da, onların
kendilerine zarar vermeyeceğinden emin bir şekilde, korku duymaksızın
onlara yaklaşırlar.
Berber
balığı adı verilen ufak balıklar, benekli balta balıklarının
üzerlerindeki ölümcül parazitleri temizlerler. Berber balıkları
temizleme işlemini yaparken, Balta balıkları onları ürkütecek en ufak
bir harekette bile bulunmazlar. Sanki karşılıklı bir anlaşma
yapılmışçasına berber balıklarının işlerini bitirmelerine izin verirler.
Böylece Balta balıkları başka hiçbir şekilde elde edemeyecekleri bu
temizligi kendileri için sağlamış olurlar.
|
|||
Mercan
balıklarının birçoğu dipteki kayaların üzerinde buldukları su yosunları
ile beslenirler. Ancak bu balıkların tek yiyecek kaynağı su yosunları
değildir. Burada gördüğümüz mercan balıkları, deniz kaplumbağasının
kabuğuna yapışmış olan mantarları da yerler. Yüzerek bu balıkların
yanına gelen deniz kaplumbağası, sanki sözleşmiş gibi onlara yakın bir
yerde balıkların üzerine gelmesini bekler. Böylece kendi yapamayacağı
temizliği, mercan balıklarına yaptırmış olur.
|
|||
| Küçük şeffaf karides, birçok balığın üzerindeki organizmaları temizleme görevini üstlenmiştir. Balık, karidesin ağzında dolaşmasına izin verir. Hatta onun işini kolaylaştırmak amacıyla ağzını açar ve işlem bitene kadar bu şekilde açık olarak tutar... Karides, balığın hassas solungaçları arasında dahi dolaşabilir ve buradaki organizmaları da yiyerek temizler. |
|||
| Mantar ve Alglerin Ortak Yaşam Ürünleri: Likenler | |||
Bazı
mantarlar alglerle ortak yaşarlar. Bu birleşimden meydana gelen yeni
canlıya ise "liken" adı verilir. Likeni meydana getiren iki canlı da
karşılıklı olarak birbirlerinden fayda elde etmektedirler. Mantar, algin
gerçekleştirdiği fotosentez işlemi sonucunda besin elde ederken, alg de
mantarın kendisine sağladığı su ve mineral sayesinde kurumaktan
korunmakta ve kendisi için emin bir yerde yaşamını sürdürmektedir.
|
|||
|
|||
İki
mikroorganizmanın birleşerek meydana getirdiği bu yeni canlı,
mineralleri genellikle havadan ve yağmur sularından alır. Canlı, havanın
toksik etkisine karşı güçlü değildir, bu nedenle sadece hava
kirliliğinin olmadığı yerlerde yaşayabilir. Ancak bir likenin yaşaması
için sıcaklık çok büyük bir fark oluşturmaz. Likenler, tropik bölgelerde
yaşayabildikleri gibi soğuk kutup bölgelerinde de yaşayabilirler.
Ağaç
gövdeleri, dağ tepeleri ve çıplak kayalıklar likenlerin genel olarak
yaşadıkları yerlerdir. Bu canlılar kayalıkları istila eden son derece
önemli organizmalardır. Likenler toprağın meydana gelişinde oldukça
önemli bir rol oynarlar. Burada mantarlara özgü ayrıştırıcı özellik son
derece önemlidir. Liken, mantarın bu özelliğini kullanarak kayanın
üzerini yavaş yavaş ayrıştırır ve kayanın rüzgar ve yağmur ile parçalara
ayrılmasına neden olur. Likenlerin bazıları oldukça sert kayaları bile
çözebilecek bir güce sahiptir Bu güç sayesinde parçalara ayrılan kaya,
ufalanarak toprağın meydana gelmesini sağlamaktadır. Böylesine ince bir
ayrıştırmayı doğada gerçekleştirebilecek başka bir canlı daha yoktur.
Bu canlıların
hangi kararla ve hangi sebeple biraraya gelerek yepyeni bir canlı
meydana getirdikleri, neden birarada yaşamayı tercih ettikleri bilim
adamlarının cevap aradığı sorulardandır. Evrimciler yeryüzündeki
canlıların tümünün evrim sürecine göre bir gelişme ve değişim
geçirdiğini iddia ederler. Bu iddia doğru olsaydı mantarlar ve algler
arasındaki ortak yaşamın da bir ihtiyaç sonucunda ortaya çıkmış olması
gerekirdi. Ancak ortada böyle bir ihtiyaç yoktur. İki canlının da
birbirlerine zorunlu bir bağlılıkları söz konusu değildir. İki
mikroorganizmanın biraraya gelme kararı ile oluşan likenler, kayaların
parçalanması ve toprağın oluşumu için özel olarak yaratılmış canlılardan
başka bir şey değildirler. Onlar da, yeryüzündeki tüm diğer canlılar
gibi, Allah'a gönülden boyun eğmiş olarak O'nun kendileri için
belirlediği görevi yerine getirmektedirler.
"Yaratmayı
başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır.
Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir. Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi:
"Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik
olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi
kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar
var mıdır? "İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle
birer birer açıklarız." (Rum Suresi, 27-28)
|
Tepkili Yüzme Sistemleri
Canlılar
dünyasında en hızlı koşan , en iyi yüzen veya en uzağa uçan hayvanlar
omurgalılardır. Bu hayvanların tüm bu becerilerinin altında yatan ana
sebep kemik gibi sert maddelerden inşa edilmiş şekil değiştirmeyen
iskeletlere sahip olmalarıdır. Bu kemikler kasların kasılmasına büyük
destek verir. Kas kasılmaları daha sonra hareketli eklemler aracılığıyla
kesintisiz, düzenli hareketlere çevrilir.
Omurgasız hayvanlar ise, kemiksiz yapıları nedeniyle omurgalılara göre çok daha yavaş hareket eder.
Mürekkepbalıkları
da, her ne kadar "balık" ismini taşısalar da, omurgasız canlılardır,
vücutlarında kemik bulunmaz. Ancak çok ilginç bir sistem sayesinde
oldukça üstün bir hareket yeteneğine sahiptir. Yumuşak dokulardan oluşan
vücutları kalınca bir deri tabakası ile kaplanmıştır. Bu deri
tabakasının altında bulunan kaslar aracılığıyla bünyelerine su toplar ve
daha sonra bu suyu kuvvetlice geri püskürterek yüzer.
|
||||||
|
||||||
|
||||||
Mürekkepbalığının
su püskürtmeye dayanan bu sistemi oldukça komplekstir. Hayvanın başının
iki yanında cebe benzeyen birer açıklık bulunur. Bu açıklıktan aldığı
suyu vücudunun içinde bulunan silindir şekilli bir boşluğa çeker. Daha
sonra içerideki bu suyu, başının hemen altında bulunan ince bir borudan
yüksek bir basınç ile püskürtür. Hayvan bu sayede meydana gelen tepki
ile ters yöne doğru hızla hareket eder.
Bu yüzme tekniği
hem hız hem de dayanıklılık açısından oldukça uygundur. Bilimsel adı
"Todarodes paciticus" olan Japon mürekkepbalıkları 2000 km.'lik göçleri
sırasında saatte ortalama 2 km. hızla hareket eder. Kısa mesafeler için
hızlarını saatte 11 km.'ye kadar çıkartabilir. Bazı cinslerin ise
hızlarının saatte 30 km.'yi geçtiği bilinmektedir.
Mürekkepbalıkları
hızlı ve seri kasılmalar sayesinde, kendilerini avlamak isteyen
düşmanlarından ani bir hızlanma ile kaçabilir. Eğer kaçış hızı yeterli
gelmezse vücutlarında sentezledikleri koyu renkli boyayı bir bulut
şeklinde püskürtür. Bu bulut saldırganda büyük bir şaşkınlığa yol açar.
Bu bir kaç saniyelik şaşkınlık mürekkepbalığı için yeterlidir. Çıkardığı
bulutunun arkasında görünmez olan mürekkepbalığı hızla bölgeden
uzaklaşır.
Savunma
sistemleri ve tepkili yüzme stilleri, mürekkepbalıklarının avcılık
yapmalarına da imkan verir. Avlarının üzerine hızla saldırabilir ve
onları kovalayabilirler. Karmaşık yapıdaki merkezi sinir sistemleri,
tepkili yüzme için gerekli olan kasılma ve gevşemelerin uyum içinde
gerçekleşmesini denetler. Solunum sistemleri de ideal bir yapıdadır. Bu
sistem onlara suyu püskürtmek için gerekli olan yüksek metabolik hızı
kazandırır.
Tepkili sistemle
yüzen tek hayvan mürekkepbalığı değildir. Ahtapotlar da tepkili sisteme
sahiptir. Ancak onlar aktif yüzücü değildir; zamanlarının çoğunu deniz
diplerinde, yarıkların ve kayaların içinde veya etrafında dolaşarak
geçirir.
|
||||||
|
||||||
Ahtapotun iç
derisi, üst üste duran kas tabakalarından oluşur. Boyuna kaslar,
dairesel kaslar ve radyal kaslar olarak adlandırılan üç farklı kas
dokusu vardır. Bu dokular birbirlerini dengeleyerek ve destekleyerek
ahtapotun farklı hareketlerini mümkün kılar.
Püskürtme
süreci başladığında dairesel kaslar boyca kısalır. Ancak hacimlerini
korumak eğiliminde oldukları için bu kez genişlikleri büyür. Bu, vücudun
uzamasına neden olabilecek bir harekettir. Aynı anda boyuna kaslar
gerginleşir ve vücudun uzamasını engeller. Deri duvarının kalınlaşmasına
neden olan tüm bu gelişmeler sırasında radyal kaslar gerili
vaziyettedir. Püskürtmenin sonunda radyal kaslar kasılarak boylarını
kısaltır. Bunun sonucunda vücut duvarı incelir, iç boşluğun çapı artar
ve tekrar içerisi su ile dolar.
|
||||||
|
||||||
Mürekkepbalıklarındaki
kas sistemi de ahtapottakine benzer. Fakat önemli bir farklılık vardır:
Mürekkepbalığının vücudunda, ahtapotun boyuna kasları yerine, tunik adı
verilen lif tabakası vardır. Tunik, boyuna kaslar gibi hayvanın
vücudunun iç ve dış yüzeylerini kaplayan iki tabaka halindedir. Tunik
tabakalarının arasında dairesel kaslar bulunur. Dairesel kasların
arasında da bunları diklemesine kesen radyal kaslar bulunur.
|
||||||
|
||||||
|
||||||
Yunustaki Tasarım
Yunuslar ve
balinalar diğer tüm memeliler gibi ciğerleri ile solunum yaparlar. Bu,
onların su içinde iken balıklar gibi nefes alıp veremeyecekleri anlamına
gelir. Bu nedenle nefes almak için düzenli olarak su yüzeyine çıkarlar.
Başlarının üstünde hava alıp vermelerini sağlayan bir delik bulunur.
Burası öyle tasarlanmıştır ki hayvan suya daldığında delik bir kapak
tarafından otomatik olarak örtülür ve içeri su kaçması önlenir. Su
yüzeyine çıkıldığında ise, kapak yine otomatik olarak açılır.
|
|||||
Boğulmadan uyumayı sağlayan sistem
|
|||||
Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin %
80- 90'ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak %
15'i bulur.Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara
memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.
Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir. Yunus uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkarak hayvanın nefes almasını kontrol eder. Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı ise sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka tasarımdır. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak, daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır. |
|||||
Yunusların Sosyal Yaşamı
|
|||||
Yunuslar çok
büyük gruplar halinde yaşar. Güvenli bir koruma için dişiler ve yavrular
böyle bir grubun ortasında yer alır. Grubun hasta üyesi yalnız
bırakılmaz, ölene kadar grubun içinde tutulur. Bu güçlü dayanışma bağı,
yeni bir yavru gruba katıldığı ilk günden itibaren başlar.
Yunus
yavruları önce kuyrukları dışarı çıkacak biçimde doğarlar. Bu sayede
doğum tamamlanana kadar yavrunun havasızlıktan ölmesi önlenmiş olur. En
son yunusun başı doğum kanalından çıkar çıkmaz, ilk nefesini alması için
hızla su yüzeyine çıkarılır. Genellikle, yardım amacıyla anne yunusa
bir başka dişi yunusda eşlik eder.
|
|||||
|
|||||
(ineklerde
ise sütün sadece % 15'i yağdır). Bu yoğun kıvam sayesinde, yavrunun
vücut ısısını dengelemek için ihtiyaç duyduğu yağlı deri tabakası hızla
oluşur. Hızlı dalışlar esnasında diğer dişiler yavruyu aşağı doğru
iterek yardımcı olurlar. Ayrıca, yavruya avlanmayı ve sonarını
kullanmayı da öğretirler. Bu yıllarca süren bir eğitim safhasıdır.
Bazıları yıllarca sevdikleri bir aile üyesinin peşinden ayrılmazlar. 30
sene boyunca bu böyle devam edebilir.
|
|||||
| Vurgun yemeyi önleyen sistem | |||||
|
|||||
Hayvan derine
daldıkça üzerindeki suyun ağırlığı, yani basıncı artar. Bu basıncı
dengelemek için, ciğerlerinin içindeki hava basıncını da giderek
artırır. Ancak bu hava basıncı giderek çok yüksek derecelere çıkar. Aynı
basınç bir insan ciğerine uygulansa, ciğer yırtılıp parçalanacaktır.
İşte bu tehlikeye karşı yunusun vücudunda çok özel bir koruma
yaratılmıştır: Yunusların akciğerlerindeki bronşlar ve hava kesecikleri,
basınca karşı son derece dayanıklı kıkırdak halkalarla korunmuştur.
Yunusların
vücutlarındaki bir diğer yaratılış örneği ise, vurgun tehlikesine karşı
alınan tedbirdir. Dalgıçlar su yüzeyine hızlı çıkışlarda basınç
farkından kaynaklanan bu tehlikeyle karşılaşırlar. Vurgunun nedeni,
akciğerlere çekilmiş olan havanın ani bir biçimde kana karışarak
damarların içinde hava kabarcıkları oluşturmasıdır. Bu baloncuklar kan
dolaşımındaki düzeni bozarak ölüm tehlikesi meydana getirir. Balinalar
ve yunuslar ise bizler gibi akciğerleriyle solumalarına karşın böyle bir
problemle asla karşılaşmazlar. Bunun nedeni, derinlere dalarken
insanlar gibi dolu ciğerle değil, boş ciğerle hareket etmeleridir.
Ciğerleri hava ile dolu olmadığı için, bu havanın basınç değişikliği
nedeniyle kana karışması ve dolayısıyla "vurgun yeme" tehlikesi ile
karşı karşıya kalmazlar.
|
|||||
Ama asıl soru burada ortaya çıkar: Eğer ciğerlerini hava ile doldurmuyorlarsa, oksijensiz kalıp boğulmaktan nasıl kurtulurlar?
|
|||||
Bu
sorunun cevabı, bu canlıların kaslarındaki yüksek orandaki "miyoglobin"
proteinidir. Bu miyoglobin proteinleri, çok yüksek miktarda oksijen
molekülünü kendi üzerlerine bağlar ve muhafaza ederler. Yani canlı için
gereken oksijen, ciğerdeki havada değil, doğrudan kasların içinde
saklanır. Yunuslar ve balinalar bu sayede uzun süre nefes almadan yüzer
ve diledikleri kadar da derine dalabilirler. İnsanlarda da miyoglobin
proteini vardır, ama çok daha az oranda olduğu için, aynı yüzme
serbestliğini sağlamamaktadır. Yunus ve balinalara özel olan bu
biyokimyasal ayarlama, elbette bilinçli bir tasarımın açık delilidir.
Allah, her canlı gibi deniz memelilerini de içinde bulundukları şartlara
en uygun vücut yapılarıyla yaratmıştır.
|
|||||
Yunuslar, insan
kulağının algılayamayacağı büyüklükte (20.000 Hertz ve üstü) ses
dalgaları yayarlar. Bu yayılımı kafanın ön kısmı hizasında "kavun"
olarak adlandırılan bir bölgeden kaynaklanır. Hayvan kafasını hareket
ettirerek dalgaları istediği yöne doğru kanalize edebilir. Sonar dalgası
bir engelle karşılaştığı zaman, hemen bir yansıyarak geri döner. Alt
ağız alıcı görevi yaparak yankıyı iç kulağa yollar. İç kulak da verileri
beyne gönderir. Bu veriler beyinde analiz edilir ve yorumlanır.
"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir..." (Haşr Suresi, 24)
|
Köpek Balıkları
|
|||
Köpekbalıklarının
yüzme kesesinde ve solungaçlarında suyu dalgalandırarak oksijen
taşınmasını sağlayan kapak da bulunmaz. Bu nedenle köpekbalıkları
yaşamlarını sürdürebilmek için sürekli hareket etmek zorundadırlar.
|
|||
| Köpek Balıklarında Özel Isıtma Sistemleri ve | |||
| Elektriksel Algılayıcılar | |||
Görme olayındaki kimyasal süreci etkileyen
temel faktör sıcaklıktır. Hava serinledikçe kimyasal reaksiyonlar daha
uzun zaman alır, bu da bazı canlıların görüş yeteneğini etkiler. Örneğin
soğukkanlı canlılar (sürüngenler, timsahlar vs.), özellikle hızlı
hareket eden nesneleri görmek istiyorlarsa kendilerini ısıtmak
durumundadırlar.
Bir yılan bahar geldiğinde faal olmak istiyorsa önce güneş banyosu yapmak zorundadır. Sıcakkanlı avcıların tersine avını görmek için ısınmalıdır. Bir başka soğukkanlı hayvan olan timsahlar yılanlara göre daha avantajlıdırlar. Çünkü sıcak iklimlerde yaşarlar.Güneş, avlarını görüp yakalamaları için gerekli ısıyı onlara sürekli olarak sağlamaktadır. Soğuk ortamlarda yaşayan soğukkanlı hayvanlar ise |
|||
|
|||
hareket eden avlarını takip etmede çok ağır
kalır.
Ancak köpek balığı böyle bir problem yaşamaz.
Çünkü beyaz köpekbalıklarının gözleri kendileri gibi soğukkanlı
değildir. Bu köpek balığı türünde vücut kaslarının ısısı gözlere
aktarılır. Bu sayede en hızlı hareket eden balıkları hatta fok
balıklarını bile yakalayabilirler. Peki görme duyuları, suyun içindeki
hareketleri takip edemeyecek kadar zayıf olan diğer köpek balıkları
nasıl avlanırlar? Köpekbalıklarının, öyle mükemmel bir yaratılışları
vardır ki, sudaki tüm titreşimleri ve kokuları, suyun ısısındaki
değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki
hayvanların yol açtığı elektrik alanındaki en küçük değişiklikleri bile
hissedebilirler.
|
|||
|
|||
değişiklikleri
bile hissedebilirler. Köpek balıklarının vücutlarında, içi jöle dolu
çok sayıda oluk mevcuttur. Bu oluklar sıkllıkla köpekbalığının kafasında
yerleştirilmiş olmasına karşın, balığın tüm vücudu boyunca da
dağılmıştır. “Lorenzini ampülleri” olarak adlandırılan bu özel organlar
mükemmel birer elektrik algılayıcılarıdır. Bu organlar, başın ve
hayvanın yüzündeki sivri kısmın üstünde bulunan gözeneklere bağlıdırlar.
Ve elektrik algılayıcısı (elektroreseptör) olarak son derece
hassastırlar.
Köpek
balıkları ve vatozlar bu algılayıcılarını kullanarak avlarını bulurlar.
Algılayıcılar o kadar hassastırlar ki bir voltun 20 milyarda biri
büyüklüğünde akımları hissedebilirler. Bu birbirinden 3000 kilometre
uzaklıkta duran iki adet 1.5 voltluk kalem pil arasındaki voltajı
hissetmeye benzetilebilir. Yaralı bir balık suyun içinde
|
|||
|
|||
kasılmaların
yol açtığı çok küçük elektrik akımlarını bile hissederler. Bu sayede
avlarının yerini tam olarak saptarlar. Elektriksel uyarıları algılayacak
bir mekanizmanın kendiliğinden ortaya çıkamayacağı çok açıktır.
Köpekbalıklarının son derece isabetli ölçümler yapmasını sağlayan bu
vücut sistemi çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlar. Üstelik
Lorenzini ampulleri köpekbalıklarının sahip oldukları özelliklerden
yalnızca biridir. Köpekbalıkları gerek solunum sistemleri, gerek
yollarını bulmalarını sağlayan manyetik alıcıları, gerekse hızlı yüzme
yetenekleri ile birer yaratılış mucizesidirler. Allah bütün canlıları
olduğu gibi köpekbalıklarını da eksiksiz bir şekilde yaratmıştır.Bu gibi
bilgiler Allah'ın ilminin sonsuzluğunu ve benzersizliğini düşünmek için
birer vesiledir. Düşünen insanlar için Allah'ın yarattığı herşeyde
ibretler vardır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:Allah
gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir
topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… "(Nahl Suresi, 65-66)
|
İlginç Su Canlıları
|
|||||||||||
İstiridyeler
içlerine kum, çakıl veya zarar verecek parazit organizmalar girdiğinde
bundan rahatsız olurlar. Bu gibi durumlarda bir korunma yöntemi olarak
bu davetsiz misafiri izole ederler ve üzerini sedefle kaplamaya
başlarlar.
|
|||||||||||
|
|||||||||||
Peki istiridyenin içinde sedef
maddesi nasıl oluşmaktadır? İstiridyenin iç derisindeki katmanlarda
sedefi oluşturan iki ana madde bulunur.
Bir katmanda
inciyi meydana getiren ve "aragonite" adı verilen, kalsiyum karbonat
içerikli bir mineral, diğerinde ise incideki bu aragonite maddesini bir
arada tutacak olan uhu benzeri "conchiolin" maddesi bulunur. Aragonite
yarı şeffaf bir madde olduğu için inciye parlaklık kazandıracaktır. Bu
iki maddenin istiridye (aslında beyni bile olmayan bir et parçası)
tarafından üretiliyor olması, sonra bunların biraraya gelip bir toz
tanesini kaplayarak inci gibi bir güzelliği oluşturması elbette ki
düşündürücüdür. İstiridyenin korunma amaçlı ürettiği inci, insanlar için
estetik bir süs olarak yaratılmaktadır.
|
|||||||||||
|
|||||||||||
|
|||||||||||
Ancak düşman
tam onları ısırmaya kalktığında çan görünümlü kısımlarındaki ışığı
kapatırlar ve ışığı yanık kalan dokungaçlarını gövdelerinden ayırırlar.
Böylece düşmanın dikkati dokungaçlara çekilmiş olur. Denizanaları da bu
durumdan faydalanarak hemen oradan uzaklaşırlar.
Başka bir tür olan fizalyalar ise dev denizanalarıdır. Akdeniz dahil bütün tropik ve ılıman iklimlerde yaşarlar.
|
|||||||||||
|
|||||||||||
İşte
denizanaları hakkındaki bilgiler bu bakış açısıyla incelendiğinde ufuk
açan, insanı çok önemli sonuçlara ulaştıran bilgiler haline gelmektedir.
Denizanalarını
ve özelliklerini, yaptıklarını düşünen kişi bu canlıların kendi
kendilerine hiçbir şey yapamayacaklarını, herşeye hakim olan bir güç
tarafından yönetildiklerini anlayacaktır.
Hiç
benzeri olmayan bu güç Allah'a aittir. Allah tüm canlıları çeşit çeşit
yaratarak, kendi üstün aklını ve benzeri olmayan ilmini bu canlılarda
tecelli ettirmektedir. Denizanaları sadece tek bir örnektir.
|
|||||||||||
|
|||||||||||
Taraklar bu
gözleri aydınlıkla karanlığı ayırt etmek için kullanmaktadırlar ve
böylece kumlu alanlardan yosunlu bölgelere doğru hareket
edebilmektedirler. Ayrıca milimetrik gözleri istiridyelere
çevrelerindeki hareketleri fark edebilme duyarlılığını da sağlamaktadır.
İstiridye bu sayede kendisini avlamak isteyenlerden kaçıp
kurtulabilmektedir.
|
|||||||||||
|
|||||||||||
Akıl sahibi
insanlara düşen görev ise, gökten yere, atomdan galaksilere kadar her
yerde tecelli eden Allah'ın sınırsız gücünü görmek ve yalnızca Allah'a
yönelmektir.
Ve Allah
ile beraber başka bir ilaha tapma. O'ndan başka ilah yoktur. O'nun
yüzünden (zatından) başka herşey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz
O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 88)
|
|||||||||||
|
|||||||||||
Polip
dokularında yaşayan algler, yaşamaları için gerekli olan nitrojen gibi
maddeleri poliplerden elde etmiş olurlar. Aynı zamanda da güvenli bir
barınağa sığınarak, düşmanlarından da korunurlar. Buna karşılık,
polipler de alglerin fotosentez yaparak ürettikleri besinin bir bölümünü
alırlar. Bu şekilde polipler, kireç taşından meydana gelen
iskeletlerini inşa etmek için ihtiyaçları olan gerekli enerjiyi elde
etmiş olurlar.
Diğer
ortak yaşayan bütün canlılarda olduğu gibi, poliplerle algler
arasındaki ortak yaşamda da her iki canlının bütün ihtiyaçları en rahat
şekilde karşılanmaktadır. Bu canlıları biraraya getiren, her ikisinin de
ihtiyaçlarından haberdar olan tek bir Yaratıcı'nın olduğu açıktır. Bu
canlılar birbirlerini tamamlayacak, birbirlerinin ihtiyaçlarını
karşılayacak şekilde Allah tarafından yaratılmışlardır.
Allah
deniz altında yarattığı çeşit çeşit canlı ve bu canlılardaki örneksiz
tasarımlar, hayret uyandıran özellikler ile bize sonsuz sanatını ve
sınırsız ilmini tanıtmaktadır.
Yerde
sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza
verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler
vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz
ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda
(suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun
fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. (Nahl Suresi, 13-14)
| |||||||||||
Evrim Yanılgısı
| Bilim Tarihinin en Büyük Sahtekarları: Evrimciler | |||
Bilim tarihi
her zaman çeşitli sahtekarlıklara sahne olmuştur. Bulduğu ilaçla
kötürümleri yürüteceğini, saçsızlarda saç çıkaracağını iddia edenler,
tüm hastalıkları iyi edeceğine halkı inandıran Mesmer ya da Rasputin
gibi kişiler…
Bu ünlü
sahtekarların dışında zaman zaman gazetelere konu olan, başkasının
tezini çalarak kariyer sahibi olmaya çalışmak gibi daha küçük çaplı
sahtekarlıklar da vardır.
Ancak bilim
tarihindeki sahtekarlıkların en büyükleri şüphesiz evrimcilere ait
olanlardır. Evrimcilerin yaptıkları sahtekarlıkları diğerlerinden ayıran
en önemli fark, evrimcilerin sahtekarlıklarının sistematik bir yapıya
sahip olması ve kollektif hilelere, yanıltmalara, saptırmalara
başvurmalarıdır. Bunlar, evrim teorisinin ortaya atılmasından bugüne
kadar defalarca ve son derece profesyonelce düzenlenmiştir.
Bu yazıda
evrimcilerin yapmış oldukları sahtekarlıklardan bazılarını
inceleyeceğiz. Ama daha önce yanıtlanması gereken bir soru var: Neden
Darwinizm'in tarihi böylesine sahtekarlıklarla doludur?
Çünkü evrim
teorisini savunmanın başka herhangi bir yolu yoktur. Bilimsel bulgular
evrimi çürüttüğüne göre geriye tek yol olarak sahtekarlıklara başvurmak
kalır. Ya bulgular gizlenir veya imha edilir, ya da bunlar çarpıtılarak
sanki evrim teorisini destekliyorlarmış gibi gösterilir. Halk bu konular
hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmadığı için de, bu sahte delillere
bakarak, evrimi ispatlanmış bir teori olduğunu zanneder. İşte tamamen
dayanaksız olan evrim teorisini ayakta tutabilmek için yapılabilecek
yegane çaba ancak bunlar olacaktır...
Şimdi bilim tarihinin yüz karası olarak tarihe geçen bu evrim sahtekarlıklarını inceleyelim.
|
|||
| Evrimcilerin En Önemli Propaganda Yöntemi: | |||
| Rekonstrüksiyonlar, Sahte ve Hayali çizimler | |||
Evrimciler,
teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusunda başarısız
olsalar da, bir konuda oldukça başarılıdırlar: Propaganda Bu
propagandanın en önemli unsuru ise "rekonstrüksiyon" adı verilen sahte
çizimlerdir.
Rekonstrüksiyon
"yeniden inşa" demektir ve sadece bir kemik parçası bulunmuş olan
canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde,
filmlerde gördüğünüz "maymun adam"ların her biri birer
rekonstrüksiyondur.
Ancak insanın
kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik olduğu
için, bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal
gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil
kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim
ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard
Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim uğraştığım
paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş
teori, daima gerçek verilere baskın çıkar" derken bu gerçeği vurgular.
İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri için amaç onları, hayal
gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların geçmişte gerçekten
yaşadığına inandırabilmektir.
Burada bir
noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan
çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya
çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca
yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak
dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması
çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten bu durumu
şöyle açıklar:
"Yumuşak
kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler,
kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir
bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir
maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların
kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel
değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır...
Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir."
Evrimciler bu
konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok
farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus
(Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç
ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir.
Fosillerin
taraflı yorumlanması ya da hayali rekonstrüksiyonlar yapılması,
evrimcilerin aldatmacaya ne denli yoğun biçimde başvurduklarını gösteren
deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar, evrim teorisinin
tarihinde rastlanan bazı somut sahtekarlıklarla karşılaştırıldıklarında,
yine de çok sıradan kalmaktadırlar.
Medyada ve
akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını
destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine
fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin
olmayışı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için
kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri
"üretmek" olmuştur. Bilim tarihinin en büyük skandalı olan Piltdown
Adamı, işte bu yöntemin bir örneğidir.
|
|||
| Toplama kemiklerle oluşturulan "sözde ata": | |||
| Piltdown Adamı | |||
|
|||
bilimsel makaleler
yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı
üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine
doktora tezi hazırladı. Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da
1935'te British Museum'u ziyaretinde, "doğa sürprizlerle dolu; bu,
insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.
1949'da ise
British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş
belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski bazı fosiller üzerinde
denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir
deneme yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown
Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene
kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu.
Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık
olmalıydı.
Flor metoduna
dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak
birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise
suni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların
ise çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı.
Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin
olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene
kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti!
|
|||
|
|||
Dişler,
insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş
ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün
parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti.
Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı
ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark "dişler üzerinde yıpranma
izlenimini vermek için, yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki,
nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını
gizleyemiyordu. Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aşkın bir
süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı.
|
|||
| "Nebraska Adamı" diye tanıttıkları diş, bir domuza ait çıktı! | |||
1922'de,
Amerikan Doğa Tarih Müzesi Müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı
Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen Dönemi'ne ait bir azı
dişi fosili bulduğunu açıkladı. Bu diş, iddiaya göre, insan ve
maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Çok geçmeden konuyla
ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başladı. Bazıları bu dişi
Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana
daha yakın olduğunu söylüyorlardı. Büyük tartışmalar yaratan bu fosile
"Nebraska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen üretildi:
Hesperopithecus haroldcooki.
|
|||
|
|||
"hayalet
adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı,
tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine
karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de
iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş
ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops cinsinden yabani
Amerikan domuzunun soyu tükenmiş bir türüne ait olduğu anlaşıldı.
William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu Science dergisinde yayınladığı
makalesine şöyle bir başlık atmıştı: "Görüldüğü kadarıyla
Hesperopithecus ne maymun ne de insan." Sonuçta Hesperopithecus
haroldcooki'nin ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden
çıkarıldı.
|
|||
| Ernst Haeckel'in Sahte Çizimleri | |||
19. yüzyılın
sonlarında Ernst Haeckel isimli evrimci bilim adamı "Bireyoluş Soyoluşun
Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) olarak ifade edilen ve
Rekapitülasyon teorisi olarak anılan bir teori ortaya attı.
Haeckel
tarafından öne sürülen bu teori, canlı embriyolarının gelişim süreçleri
sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci
tekrarladıklarını iddia ediyordu. Örneğin insan embriyosunun, anne
karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri
gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü öne sürüyordu.
Oysa ilerleyen
yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya
çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia
edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının,
paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır.
Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte
bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve
onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın
omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için
"kuyruk" gibi gözükmektedir.
|
|||
|
|||
| şöyle denmektedir:
"Biyogenetik
yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li
yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma
olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti."
New Scientist dergisindeki 16 Ekim 1999 tarihli bir makalede ise şunlar yazılıdır:
Haeckel,
teorisini "biyogenetik yasa" olarak adlandırdı ve bu düşünce kısa
zamanda "rekapitülasyon" olarak popülerleşti. Gerçekte ise, Haeckel'in
keskin yasasının yanlış olduğu yakın bir zaman sonra gösterildi.
Örneğin, erken insan embriyosunun hiç bir zaman bir balık gibi
solungaçları yoktur ve embriyo hiç bir zaman erişkin bir sürüngene ya da
maymuna benzer evrelerden geçmez.
Bu konu ile
ilgili asıl nokta ise, Ernst Haeckel'in aslında ortaya attığı teorisini
desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapmış olmasıdır. Haeckel, balık
ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler
yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer
evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir
şey değildir:
"Bu
yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış
olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda
yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü
biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında,
tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar,
kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden
düzenlenmiş şekiller bulunuyor."
Ünlü bilim
dergisi Science da, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında, Haeckel'in embriyo
çizimlerinin bir sahtekarlık ürünü olduğunu açıklayan bir makale
yayınlamıştır. "Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi"
başlıklı yazıda şöyle denmektedir:
"Londra'daki
St. George's Hospital Medical School'dan Embriyolog Michael Richardson,
'(Haeckel'in çizimlerinin) verdiği izlenim, yani embriyoların birbirine
çok benzedikleri izlenimi yanlış' diyor... O ve arkadaşları Haeckel'in
çizdiği türdeki ve yaştaki canlıların embriyolarını yeniden inceleyerek
ve fotoğraflayarak kendi karşılaştırmalarını yapmışlar. Richardson,
"Anatomy and Embryology" dergisine yazdığı makalede, 'embriyolar çoğu
zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar' diye not ediyor."
|
|||
|
|||
ve gelişim süreçleri açısından
çok büyük farklılıklar bulunuyor. Richardson '(Haeckel'in çizimleri)
biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri haline geliyor' diyor.
Science'taki makalede, Haeckel'in bu konudaki itiraflarının bu yüzyılın
başından itibaren her nasılsa, örtbas edildiği ve sahte çizimlerinin
ders kitaplarında bilimsel gerçek gibi okutulmaya başlamasından da şöyle
söz edilmektedir: "Haeckel'in itirafları, çizimlerinin 1901'de "Darwin
and After Darwin" isimli bir kitapta kullanılmasından sonra ortadan
kayboldu. Ve çizimler, İngilizce biyoloji ders kitaplarında geniş çaplı
olarak çoğaltıldı."
Kısacası, Haeckel'in
çizimlerinin bir sahtekarlık olduğu henüz 1901 yılında ortaya çıkmış,
ama tüm bilim dünyası bu çizimlerle bir asır boyunca aldatılmaya devam
etmiştir.
|
|||
| Sonuç | |||
Evrim
teorisini desteklemek uğruna yapılan bu tüm bu bilimsel sahtekarlıklar
ya da önyargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan
ziyade, bir tür ideoloji olduğunu göstermektedir. Her ideolojinin olduğu
gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarları vardır ve bunlar evrimi
her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler. Ya da
teoriye o denli dogmatik bir biçimde bağlanmışlardır ki, ellerine geçen
her bulguyu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kanıtı
olarak algılamaktadırlar. Bu kuşkusuz bilim adına üzücü bir tablodur;
çünkü bilim dünyasının temelsiz bir dogma uğruna yanlış
yönlendirildiğini gösterir.
İskandinav bilim adamı Søren Løvtrup ise Darwinism: The Refutation of a Myth adlı kitabında bu konuda şöyle demektedir:
"Sanırım
herkes, bir bilim dalının tamamının yanlış bir teoriye bağımlı hale
gelmesinin çok büyük bir şanssızlık olacağını kabul edecektir. Ancak
biyolojide yaşanan şey tam da budur: Uzun bir zamandır insanlar evrimsel
konuları Darwinistik kavramlarla tartışıyor, "adaptasyon", "seleksiyon
basıncı" ya da "doğal seleksiyon" gibi kavramlarla. Sonra da bu
tartışmalarla doğal olayların açıklanmasına katkıda bulunduklarını
sanıyorlar. Ama gerçekte hiçbir katkı sağlamıyorlar... İnanıyorum ki,
Darwinizm efsanesi bir gün bilim tarihindeki en büyük aldanış olarak
tanımlanacaktır.
|
Kaydol:
Yorumlar (Atom)